28 ocak – 4 subat 2010 yilinda
sevgili arkadasim Zafer ile yaptigimiz Fas yolculugundan bana yadigar bir gezi
yazimi sevgili okuyucularimin tekrar begenisine sunmak istiyorum. Bu yazimi ilk
kez Facebook’ta paylasmistim. Sonra gezi yazilari konulu bir yarismaya
yolladim, hic ses cikmadi. Demek ki herhangi bir sey kazanamamisim. Olsun. Ben
yine de pek seviyorum bu yazimi...
Buyrun efenim, gozunuze saglik...
Yine sabahın bir körü çıktığımız
Fes-Chefchaouen yolunda bu seferki ulaşım aracımız otobüs. Öyle bir otobüs ki,
duygularımı yazıya dökmeme ilham kaynağı oldu. Muhtemelen Fas krallık tarihinin
başlangıç yıllarından kalma. Yol boyunca her koltuğu farklı şiddetle farklı
yönlere sallanan, çıkardığı seslerle beni benden alarak uyumama engel olan,
bacak aralığı yok derecede az, koltuğu yatayımsı düzleme geçemeyen, öndeki boş
koltuğun alt kısmını ayak koyma yeri olarak kullanabildiğim cinsten. Bu
koşullarda uyumayı başaran Zafer'e, mümkün olsa geleneksel “1. Sleep Mode Ödülü”nü
uyuma rekortmeni unvanıyla takdim ederdim.
Yol boyu uzanan yeşil çimleri, dağları, uçsuz bucaksız zeytin bahçeleri, masmavi beyaz karışımı gökyüzüyle uzanan manzarayı takdir etsem de, bu esnada geçirdiğim sarsıntılar sonucu karsılaşabileceğim beyin hasarı için endişelenmiyor değilim.
Fas'a gelirken beklentilerimizi düşük tutarak kendimizi her türlü sürprize hazırlamaya çalışmıştık zaten, bu yüzden karsılaştığımız alışılmadık durumlar bizi çok da şaşırtmadı galiba. Zafer’in Fes'teki Faslı ev sahibimizin Çek bir kızla evli olması ve kızın birkaç aydır orada yaşıyor olması üzerine bana sorduğu "Vay be, senin başına gelse her şeyi bırakıp gelip burada yaşar mıydın?" sorusunun cevabını düşünürken kendimi duşu banyosu olmayan evde, tuvalet kağıdı kullanılmayan alaturka tuvaleti her girişte uzun uzun temizlerken, çamaşırları leğende çitilerken hayal etmeye çalıştım. Cık, başaramadım. Olmadı yani. Tuvalete gitmekten korktuğum bir yerde ne kadar uzun kalabilirim bilemiyorum doğrusu. 2 gün 2 gecelik Fes maceramız gayet güzel, eğlenceli, dolu dolu geçti elbette. Geleneksel kalabalık Fas ailesi, hippi gençler, karman çorman eski şehir ve pazarı tırım tırım dolanmak, fotoğraf çekmek, pazarlık yapmak, nargile içmek, Arapça şarkılar söylemek... Türkiye ve Türklerle çok benzerlikler olmasına rağmen ilk kez bir yerin turisti olmayı yerlisi olmaya tercih ettim ne yalan söyleyeyim.
Yol boyu uzanan yeşil çimleri, dağları, uçsuz bucaksız zeytin bahçeleri, masmavi beyaz karışımı gökyüzüyle uzanan manzarayı takdir etsem de, bu esnada geçirdiğim sarsıntılar sonucu karsılaşabileceğim beyin hasarı için endişelenmiyor değilim.
Fas'a gelirken beklentilerimizi düşük tutarak kendimizi her türlü sürprize hazırlamaya çalışmıştık zaten, bu yüzden karsılaştığımız alışılmadık durumlar bizi çok da şaşırtmadı galiba. Zafer’in Fes'teki Faslı ev sahibimizin Çek bir kızla evli olması ve kızın birkaç aydır orada yaşıyor olması üzerine bana sorduğu "Vay be, senin başına gelse her şeyi bırakıp gelip burada yaşar mıydın?" sorusunun cevabını düşünürken kendimi duşu banyosu olmayan evde, tuvalet kağıdı kullanılmayan alaturka tuvaleti her girişte uzun uzun temizlerken, çamaşırları leğende çitilerken hayal etmeye çalıştım. Cık, başaramadım. Olmadı yani. Tuvalete gitmekten korktuğum bir yerde ne kadar uzun kalabilirim bilemiyorum doğrusu. 2 gün 2 gecelik Fes maceramız gayet güzel, eğlenceli, dolu dolu geçti elbette. Geleneksel kalabalık Fas ailesi, hippi gençler, karman çorman eski şehir ve pazarı tırım tırım dolanmak, fotoğraf çekmek, pazarlık yapmak, nargile içmek, Arapça şarkılar söylemek... Türkiye ve Türklerle çok benzerlikler olmasına rağmen ilk kez bir yerin turisti olmayı yerlisi olmaya tercih ettim ne yalan söyleyeyim.
Bu arada durduğumuz kasabamsı bir yerde otobüsün dolması canımı sıktı. Biz yine
hoplaya zıplaya yola devam...
Otobüsün dolmasıyla 2li koltuklarda sürdürdüğümüz tek kişilik saltanatın sona
ermesi bizi Zafer’le yan yana getirdi. Meğer sarsıntılar onu da uyutmamış.
Olmadı, ödülümü geri alıyorum.
Devam ettiğimiz yolculuk aynı yoldan ibaret.
Kafalarda canlandırabilmek için karsılaştıracak örnek arıyorum... Araba
yolculuklarında eski yoldan geçerken sallanırsınız hani, “beşik gibi”
ifadesiyle bağdaştırdığımız tür sarsıntıdır bu, mışıl mışıl uyursunuz.
Bizimkini lunaparktaki gondollara bindiğiniz anları hatırlayarak hayal etmeye
çalısın. Hani gondol yukarı kalkar, sonra birden aşağı iner, takataka öne arkaya
birden yine aşağı... Bağıra bağıra eğlenirsiniz falan... İşte bizimkisi
bağırtısız, eğlencesiz olanı. 4 saatlik olduğundan bahsetmiş miydim? Tabi ki
teoride. Tangır tungur. Bu sefer Arap müzik eşliğinde, daha kalabalık ve daha
kokulu. Artık bilemiyorum kimin kokusu daha keskin, 4 gündür yıkanamayan benim
mi, ömür boyu zor yıkandıklarına inandığım yerli halkın mı... Külli muamma.
No comments:
Post a Comment