Gelelim Rotterdam gunlerine:
Evet Rotterdam dunyanin en guzel sehri falan degil,
Hollanda’nin en onemli ikinci sehri, Avrupa’nin en buyuk limanina sahip,
eskiden dunyanin en islek limaniymis, Shangai gecmis bunu maalesef. Mimari
olarak; ikinci dunya savasinda neredeyse tum sehir yerle bir edilmis,
dolayisiyla tarihi binalar cok fazla gorulmuyor. Sehrin profili modern, uzun binalar, gokdelenler, ozellikle
degisik tarzlar falan. Mimar arkadaslarimiz bize bol bilgi
verebilirler comment kisminda heheheJ En
mesur binalarindan “Kup Evler” de burada bulunuyor.
Neyse, Rotterdam’i bir de Avrupa ogrencilerinin
sevgilisi Erasmus’dan dolayi biliyoruz. Bu fizolof edebiyatci, hem de papaz
amca, Rotterdam’dan cikma. Kendisi o sehirden bu sehre gezip duran, egitim
veren bir humanizm timsali olunca, adini bu bildigimiz Erasmus degisim
programina vermisler. Iyi etmisler.
Bu sehirde 3 gun kaldik, aile evi olunca, bol yagli
turk yemekleri yedik, bol turk caylari ictik, bisikletimiz vardi, bol bol
pisiklete bindik, sehirde dolandik. Guzel gecti, yani sehir muhtesem olmasa da,
daha dogrusu daha eski ve klasik yapilari ben daha cok sevdigim icin, Bilbao
gibi moderen yerler bana pek haz vermediginden boyle soyluyorum. Kimileri cok
begenebilir, ki modernizm ve modernist yapicilar gitsinler gorsunler.
Ha bir de sehir cok ruzgarli ve buz gibiydi. Yani tamam aralik ayindayiz,
soguk bekliyorsun ama, yine de insan birazcik gunes gormek istiyor.
Gunesi her gordugumuzde disari cikmak icin
hazirlanmaya basliyorduk. Ama her seferinde gunes coktan kayboluyordu bile. Saka
gibiydi, her cikisimizda yagmur yagmaya basliyordu, ve biz bisikletlerin
uzerinde yagmura karsi pedal ceviriyoruz, neredeyse istisnasiz boyle basladik
pisiklet yolculuklarimiza.
Bi seferinde artik cok soguktu. Sehrin en moderen
kisimlarina gelmisiz, bir ruzgar var ki “te cagas”, uzerimde evden odunc
aldigim kocaman sisko mont olmasina, kulaklarimda hint fakirinden cordugum amsterdam
earwarmers, boynumda sikica sarilmis atki ve yeni muhtesem kirmizi
eldivenlerime ragmen, ama tabii altimda dandirikten ince bir taytla cikma
gafletini gostermisim muhtesem zeka ornegi olarak, cok usudum. Dedik bir cay
kahve icelim guzelim (¡) sehirde. Ama hollandadayiz, gireceksek bir cafeye,
tipical dutch olsun. Yolda bir café/bar gordum. Kiyida kosede kalmis, birazcik salas
bir goruntusu var. Hah dedim tamam iste burasi: “ AA hadi buraya girelim. Tipik
dutch bar”. Baska da zaten bir yer gozukmuyor alternatif olarak yakin menzilde.
Biz bisikletleri agaca baglamaya basladik, gerci zincirleme isini pek ben
yapmiyorum zaten, arkadas isin piri olmus, ona devrediyorum, hallediyo. Neyse,
iste o sogukta ugrasip araclari agaca 3 adet farkli zincir ve kilitle full guvenlikli
bir sekilde bagladiktan sonra, ki yaklasik 5 dakka falan surdu, cafeye girdik.
Adimimi atmamla, birkac saniye donup kalakalmam bir oldu.
Ah girdigim o saniyede gorduklerim ve duyduklarim… Arkama dondum, arkadasla
soyle bir bakistik. Ben birkac saniye kapida durup iceriyi suzdum.
Ilk
once barin ici, yani icindeki insanlar dikkatimi cekti. Paso erkek. Hepsi de
esmer ve kanli bicakli bir goruntu sergiliyorlar.
Ikinci
saniyede cafedeki muzik kulagima calindi. Ahmet Kaya. Beynimden
vurulmusa dondum yemin ediyorum.
O anki duygularimizi tarif edemeyiz heralde. Dominant
teyze oldugum icin, bir de kendime asiri guveniyorum tipik dutch cafesi buldum
diye, onden ben atlamistim, ha tabi bir de cok usumustum. Arkamda da arkadasim,
geri donemedim. Iceri girdik bi kere, herkes susup bizi suzdu bastan asagi, muhtemelen
gozlerimizdeki ve yuzumuzdeki o sok ifadesini de yakaladilar. Napalim, bos masaya
oturup soyunmaya basladik. Amca geldi, ben icerdeki turkce mirildanmalardan
cikarim yaparak, amcanin da turk falan oldugunu sandim, turkce siparis verdim. Anlamadi.
Meger Fasliymis. Nasil bir guvense artik, Turkce konusup anlayacagini sanmak da ayri bir mallik. Bari turk
cayi falan olsa, hadi turk cayini biraktim, black tea istedim, bana limón cayi
getirdi. Neyse. Bu esnada cafenin playlisti Ahmet Kaya’dan Beyonce’ye falan
gecis yapti. Cok acayip. Arkadasim da, “hadi bitir sunu da gidelim” modunda
yudumlarimi sayiyo, oysa ben cok mutluyum, kendimi adeta evimde hissetmisim
(sarkazm), sicak ortam, turk arkadaslarimiz bizi kesiyor garip garip… Cok pis
turist olduk memleketimin insanlarinin arasinda aq. Sonunda ciktik, koca bir
kahkaha patlattik. Cikar cikmaz arkadas bana hatirlatti : “tipik dutch bar!”.
Meger beni uyarmis ben cafeye yoneldigimde, “bura hic
dutch bar a benzemiyo, girmeyelim” demis. Ben kafamda 500 adet malzeme,
kulaklarim kapali earwarmers ve atki ve kapson, zaten boynumu saga sola
oynatamadigim icin surekli baska bisikletlere carpip kaza gecirme tehlikesi
icindeyim, dolayisiyla kesinlikle uyarisini duymamistim. Iste boyle de bir
animiz oldu.
Diger gunler de benzeri sekilde, Rotterdam’in
alisveris merkezi, ama ozellikle HEMA’da gezme, testerlarla makyaj yapma, bisikletle
ormana, parka falan gitme ile gecti gitti.
Haa, casinoya gittik lan. Hahahaha cok komik. Arkadasim
“gel casinoya gidelim beles yiyecek icecek servis ediyolar, otlaniriz, biraz da
oynariz belki kazaniriz, halam hep kazaniyo” dedi, ve hayatimda ilk kez
casinoya girdim. Icecek servisi vardi evet, kola fanta soguk su cay…
makinelerin hepsi otomatik, sacma sapan seyler. Hic sevmedim, mantigini
anlamadim, nasil oynanacagini da cozemedim. Bana o aletlerle oynamak inanilmaz,
ama ustune basa basa soyluyorum INANILMAZ aptalca geldi. Surekli kaybediyosun. Arada
bazi insanlarin makinelerinden tikir tikir sangir sungur sesler geliyo, 500
tane 20 centlik madeni paralar falan akiyor, ama kim bilir onlar o kdrcik bile
kazanmak icin kac para kaptirmislardir. Ortam cok les, inanilmaz sacma. Arkadas
oynadi azcik, 2 euro koydu, 7 euro kazandi, o paranin 2eurosunu cebe atti,
5iyle yeniden oynadi, kaybetti. Iste kumar boyle adi birsey. Once azcik veriyo,
sevindirik oluyosun sonra hepsini geri aliyo, Eger hirs yaparsan devam edip
daha cok kaybedebilirsin cok net. Bir makineye de ben 20 cent attim, oynayayim dedim.
Makine parami yuttu, ustelik sipastik sey oynatmadi da. “Eaah, sikerler,
oynamam ben boyle aptal seylerle”dedim, ve boylece kumar maceram hizli baslayip
hizli bitti. Ictigimiz kola ve caylar yanimiza kar kaldi dedik, kendimizi (daha
dogrusu arkadasim beni) avuttuk.
Sonracigima,
3. gunun sonunda, oglene dogru pilimizi pirtimizi toplayip Breda’ya dogru
otostop cekmek icin R’dam in otoyoluna cikan yerine dogru ilerlemeye basladik.
No comments:
Post a Comment